Resimde Desen Nedir
Fransızca “dessin” sözü dilimize o kadar işlediki, onu “çizgi”, ya da “çizgi resim” olarak çevirmeye pek gerek yok. Resimde Desen denilince ne söylenmek istenildiği kesin olarak anlaşılmaktadır. Bir şeyin deseni denilince, genel olarak biçimi, eski deyimle, şekli, sınırı, bir bakıma da dış görünüşü anlaşılır.
Bir tablonun deseninden söz edilirse siyah beyaz değerlerinden, ya da tablodaki elemanların renkle ilgisiz, sadece çizgisel yönünün ele alınmak istenildiği de bilinir.
Desen kelimesinin neyi anlamlandırdığı üstünde uzun boylu durmaktansa, onu estetik ve teknik planlarda incelemeyi, desenin resim sanatındaki önemini belirtmeyi daha faydalı buluyoruz.
Büyük Fransız ressamı Jean-Dominique Ingres ikide birde, öğrencilerine: “Le dessin est la probité de l’art” cümlesini tekrarlarmış. “Desen, sanatın namusu, bereketidir” olarak çevirebileceğimiz bu cümle ile Ingres, desene verdiği önemi belirtmiş oluyordu.
Zaten Ingres, Rönesans klasiklerinin, özellikle Raphael ekolünün bir takipçisi olarak “desenci” bir ressamdır. Ona göre, tablonun çizgisi ve çizgiler yoluyla biçim yapısı, renginden, renk uyumundan çok daha önemliydi.
Bir tablonun deseni iyi kurulunca renk kendiliğinden gelişirdi. Eşyayı sınırlandıran dış çizgiler ölçüleri, hareket ve kıvraklıklarıyla iyice düzenlenince, tablonun dörtte üçü ortaya çıkmış sayılırdı. Egemenlik böylece desene verilince bu dört başı mamur çizgi sisteminin üstünü örtecek olan renklerin önemi 0 kadar büyük olamazdı. Nitekim klasik ressamların genel olarak sınırlandırılmış bir renk repertuvarı kullandıkları ve daha fazla gri tonlara kaçan renkler kullandıkları da bilinmektedir.
Resim sanatının temeli
Resimde desen nedir sorusu, resim sanatının temelidir. Resim öğrenimi, desen çizmekle başlar. Renkler, ışık ve gölgeler, tablonun genel yapısı, kompozisyon düzeni bu temel üstüne kuruludur. Çizgisel yapısı iyi tasarlanmamış, iyi kurulmamış bir eser, temelsiz bir yapı, iskeletsiz bir beden gibidir. Desen sistemi bozuk olan bir tablo ne kadar güzel renklerle bezenirse bezensin, desteksizdir, sağlam temelden yoksundur.
Zaten, plastik sanatlarda olduğu kadar, mimarlık ve süsleme sanatlarında her tasarım desenle başlamaktadır? Tablosunun şemasını kuran ressam, yapısının projesini tasarlayan mimar, hatta ortaya çıkarmak istediği heykelin genel karakterini düşünen
heykeltıraş çalışmalarına çizgiyle başlarlar. Ondan ötürü her sanat çabasının başlangıcı desen, çizgidir.
Ama resim sanatında bu başlangıç, bu temel, daha da büyük bir önem taşır. Andre Lhote. “Traité du Paysage”ında desen
üstüne diyor ki: “Bir tablo, iyi bir tablo olmak için neyi feda edebilir, neyi edemez? Herhalde feda edemediği şeylerden biri, desendir. Ressam, desen yoluyla tabiatı inceler, desen yoluyla onu yorumlar, tefsir eder. Bu inceleme ve yorumlamada kullandığı tek araç, “çizgi”
dir. Eşyanın sınırlarını gösteren ve oturtan bu çıplak çizgi, tek başına, başka hiç bir elemandan yardım görmeksizin, biçim güzelliğini, kıvraklığını, hareketini, çeşitli anlamları içinde canlandırmaya yeter. Sanat tarihine baktığımız zaman, eski Mısırlıların, Yunanlıların, Çinlilerin, Gotiklerin ve Doğulu sanatçıların bu tek çizgiyle ne şaşılacak çeşitte kombinasyonlar bulduklarını, ne sanat harikaları meydana getirdiklerini görürüz.”
Güzel desen nedir?
Klasik anlamda, gerçekçi anlamda bile olsa, güzel desen, “doğru” desen midir? Sanat eseri hiç bir şekilde doğanın sadık bir kopyası olamayacağı gibi, güzel bir desen de, eşyayı sınırlandıran çizgileri inceden inceye taklit etmek değildir. Aksine, resim sanatının en soyut elemanı belki çizgidir. Çizgi, tek başına ifade aracı olarak ele alındığında, doğadaki bolluktan ne kadar yoksun olduğu görülür. Tabiatta ışıklar ve gölgeler vardır, eşyanın hacmini, yuvarlaklığını onlar değerlendirir. Renkler, eşyayı birbirinden ayırır, çeşitli oyunları, yansımaları, değişik değerleriyle dış dünyayı gözlerimiz önünde olanca parlaklık ve zenginliğiyle ortaya koyar.
Çizgi, bütün bu elemanlardan yoksun olmakla beraber, doğayı olanca zenginliğiyle canlandıracak ve bize ışık-gölgeyi, ve rengi aratmayacak kadar cömerttir. Güzel çizgiye, güzel desene nasıl varılır? André Lhote şöyle açıklıyor: ”Bir kağıdın üstüne, modele bakarak ve ona çok sadık kalmak kaygısıyla bir insan profili çizelim. Modele tam uygun olarak çizdiğimiz -örneğin bir duvara vuran gölgeyi kalemle tesbit eder gibi bir sadakatle çizdiğimiz- bu profil deseni, modele adamakıllı benzemekle beraber, çirkin bir resimdir. Bu resmi ünlü ressamların tablolarındaki profillerle kıyaslarsak, şu sonuca varırız: Sanatta asıl örnek olarak ele alacağımız değer, doğa değil, müzelerdeki büyük eserlerdir. Çünkü resim sanatında asıl önemli nokta, doğayı körü körüne kopya etmek değil, müze kültürünün desteğiyle onu yorumlamaktır. Bunun için de çizilecek desenin doğanın yumuşaklığından sakınarak geometrik bir düzene girmesi gerekir.”
Desende geometri tasası
Yukarda da belirttiğimiz gibi, desenin başlıca aracı çizgidir. Çizgi ise, geometrik bir eleman, bir değerdir. Çizginin çeşit bakımından başlıca ikiye ayrıldığını biliyoruz: Düz çizgi, eğri çizgi. O halde, geometride olduğu gibi, desende de ressam bu iki elemanın, bu iki kıymetin sınırları içinde kalmak zorundadır. Bu zorluğu göz önünde tutarsak, şu sonuca varırız; Güzel desen, düz ve eğri çizgilerin uyumlu bir şekilde kağıt üstünde düzenlenmesidir.
Bu formül bizi, güzel desenin mutlak olarak geometrik bir kurulukta olması gerektiği sonucuna zorlamaz. Doğadan, ya da akıldan yapılmış olsun, hatta gerçekçi ya da soyut olsun, doğayı çok yakından, ya da çok uzaktan hatırlatsın, desen, desen oldukça, yani çizgiler yoluyla kuruldukça düz ve eğri çizgiler topluluğu olmak zorundadır.
Düz ve eğri değerlerden söz ederken, bu iki değeri seri ve yumuşak çizgiler olarak da kabul edebiliriz. Düz ya da eğri, sert ya da yumuşak, ulaşılmak istenen sonuç bu iki değerin desende birbirine değerlendirmesidir. Düzlerle eğrilerin birbirlerine değer katması belli aralıklarla tekrarlanması çizilen desenin mimari yapısını sağlar. Göz, kompozisyonun geometrik kuruluşunda olduğu gibi, eğrilerde hareket, düzlerde durgunluk etkisi altında kalarak bu iki değerin bağdaşmasından doğan entellektüel hazzı tadar.
Desen çizen ressamın bir doğa parçası karşısında nasıl bir ayıklama yapacağını gösteren aşağıdaki üç şema, daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu üç şemanın ilki olan A – B çizgisi bir dağın gökyüzünde beliren dış konturunu gösterir. Bu dağ konturu, tabiatta olduğu gibi, yumuşak, geometrik yapısı belirsizdir. Dağın resmini çizecek olan ressam, sınır çizgisini aynen kopya ederse, karaktersiz, yapısız bir taklitten başka sonuca varamaz.
Oysa ressamın, böyle bir konu karşısında, 0 dağın mimari karakterini bulması gerekir. Bu karakteri bulmak, modeli çizgi stilizasyonuna, geometrik düzene sokmakla elde edilebilir. Buna varmak için, ressam, gördüğü düze yakın çizgileri kesin olarak daha da düzleştirecek, eğri çizgileri de kesin olarak daha eğri gösterecektir. Ama iş bununla bitmeyecek, modeli geometrik düzene koyuşta düzlerle eğrileri uygun şekilde denkleştirecektir.
Geometri
İşte, tabiatın A – B çizgisini ressam, ikinci şemanın B – C yorumu, ya da üçüncü şemanın D – E yorumu olarak ele alıp resimleyecektir. Doğanın ,yumuşak, karaktersiz görünüşü böylelikle daha sert, daha keskin bir stilizasyona ulaşmış olacak, sonuç daha canlı, daha anlamlı ve plastik değer bakımdan daha doyurucu olacaktır.
Edgar Degas “Resimde Desen, formun, biçimin, ya da doğanın kendisi değil, formu, görüşü, yorumlayış tarzıdır.” Yani, güzel desen çizmek, doğadaki biçimleri, eşyayı sınırlandıran dış konturu gerçekçi bir gözle tekrarlamak değil, yukarki şemalarda gösterildiği gibi, bir biçimi, ya da bir doğa parçasını değiştirerek, başka başka tarzlarda düzenleyerek resimlendirmektir.
Japonların çocuklara, genç resim öğrencilerine desen çizdirmek için uyguladıkları bir yönteme değinelim. Bilindiği gibi, Japon resmi, İran ve Türk minyatürlerinde de görülen teknik gereğince ışık – gölge değerlerine değil, kuvvetle belirtilmiş dış konturlu desen sistemine dayanır. Eşyaların dış sınırını gözetleyen ressam, kuvvetle belirtilmiş çizgiler içine düz, dalgasız, açıklı koyulu değerlerden arındırılmış renkler koyarak, üçüncü boyut, yani derinlik etkisi vermekten kaçınır.
Bu bakımdan Japon resmi, öncelikle stilize edilmiş, geometrik kalıplara dökülmüş bir sanat türüdür. Bu yöntemde, genç ressama, hazırlanmış çeşitli geometrik şekiller sunulur. Bunlar, türlü açılı üçgenler, kareler, dikdörtgenler, yuvarlaklar, elipsler gibi soyut şekillerdir. Bu şekiller repertuarı, daha uygun bir deyimle, alfabesi, desen öğrencisine sunularak desenlerini bunları yan yana ya da üst üste getirerek tertiplemesi istenir. Çok çeşitli olan bu geometrik biçimlerle öğrenci, belki birazı kuru ve fazla şematik, ama stilizasyon bakımından çok ilginç sonuçlara varır.
Resimde görüldüğü gibi, irili ufaklı üçgen ve karelerin birleşmesiyle kuş resimleri meydana çıkar. Resmedilecek herhangi bir konunun böylece geometrik bir düzene sokulmasında şu faydalar sağlanmaktadır. Ressam, tabiatın yumuşak, karaktersiz taraflarını atarak düz ve eğri çizgilerin yardımı ile daha karakterli, faydasız bölüntülerden, ayrıntılardan arındırılmış, blok halinde, plastik bütünlüğü olan biçimler çizmeye alışmıştır. Başlangıç çalışmalarının bu fazla kuru, fazla geometrik, şematik biçimleri zamanla sertliğini kaybeder ama, biçimleri böylece ayrıntıdan arındırılmış olarak görmeye alışık ressam, ilerdeki gerçekçi çalışmalarında doğanın görünüşlerinin plastik sentezini kurabilecektir.
En karaktersiz, en yumuşak ve şekilsiz tabiat parçası karşısında ressam, Japonların uyguladıkları metodu göz önünde tutar ve desenini o anlayışa uygun kurarsa, daima ilginç sonuçlara varabilir.
doğanın özü
Henri Matisse için desen çizmek “seçmek, ayıklamak, doğanın özünü göstermektir”. Güzel deseni fotoğrafik kopyadan ayıran, ressamın bu seçme ve ayıklama özelliğidir. Desenin ille de şematik, stilize, geometrik olması şart değildir. Desen tatlı, yumuşak da olabilir. Ancak sert, stilize ya
da tatlı, yumuşak olsun güzel desen seçen, ayıklayan, doğanın özünü vermeye çalışandır.
Yandaki bu desenler, Pieter Bruegel‘in tablolarından alınmış yağlı boya ağaç resimlerinin Jérome Cook tarafından çini mürekkebiyle yapılmış kopyalarıdır. Ama bu kopyaları Jérome Cook, Bruegel’in ağaç resimlerindeki geometrik kuruluşu göstermek amacıyla yapmış, dal kümelerinin istif tarzını değerlendirmiştir. Belki yağlı boya tabloda bu kadar belli görünmeyen geometrik düzen, bu şemalarla açıkça belli olmuştur.
Bruegel’in, tablolarının bu önemsiz, ayrıntılarında bile fotoğrafik gerçekçilikten ne kadar uzak çalıştığını görüyoruz. Geometrik sentez, ressamın görüşüne kılavuzluk etmektedir. Her biçim geometrik, düzenli kalıpların ağına takılmış plastik bütünlüğün
mimari yapısına kavuşmuştur. Göz, doğada çoğunlukla rastladığı karaktersiz yumuşaklık yerine, sanat eserinde, onun devamlılığını sağlayan yapı sağlamlığına kavuşur. Doğa birtakım biçimler sunar, bu biçimleri süzgeçten geçirmek, ayıklamak, ayrıntıları söküp atarak özü değerlendirmek ressamın görevidir.
Bu görev, özellikle desen çalışmalarında belli başlı bir değer faktörü olarak belirir. Desen, resim sanatının temeli olduğuna göre, ressam bu alanda
seçici, ayıklayıcı bir gözle plâstik senteze varmasını bilmelidir.
Resimde Desen Nedir ve Desen Tarzları
Desen tarzları başlıca iki bölüme ayrılır: Gölgesiz ve gölgeli desenler. Gölgesiz – çizilen biçimleri sadece tek çizgi ile resimleyen- desenler kurşun kalem, kömür kalemi ve çini mürekkebiyle çizilir. Bu gibi desenlerde gölge etkisi verilmek istenilirse, gölge kısımları yine ince çizgiler -tek, yan yana ya da çaprazlama- çizgiler tekniğiyle işlenir.
Gölgeli desenler yine kurşun kalemi, füzen, sulandırılmış çini mürekkebi, sepia rengi suluboya ya da guaş ile yapılır. Bu gibi desenler tek çizgili desenlerin aksine, modelin diş çizgilerinden çok, ışık gölge oyunlarına önem verir, resmedilen modelin kabarıklığını, kalınlığını canlandırmayı gözetirler. Örneğin, Leonardo da Vinci‘nin ve Rembrandt’ın desenleri gölgeli Valörlü desenlerdir.