Prof. Dr. Sevcan Akesi
Kadın erkek, genç yaşlı, insanoğlunun yaşamının her evresini, muhteşem bir şekilde heykellerine yansıtarak ömrünü geçirmiş Norveç’in en büyük sanat değerlerinden biri Gustav Vigeland..
1869’da Norveç’in güney sahillerinde “Büyük Sanatçıların Küçük Kasabası” olarak bilinen Mandal’da doğdu. Aile büyükleri çiftçi olmasına rağmen babası usta bir marangozdu ve kasabada bir mobilya atölyesi vardı. Vigeland’ın ilk sanatsal kabiliyeti, babasının yanında yaptığı çizimler ve tahta oymacılığı ile ortaya çıktı.
15 yaşlarında babası onu ustalık eğitimi için Christiania (Oslo)’ya götürdü. Bu sırada babası öldü. Bundan 2 yıl sonra tekrar Mandal’a dönerek kendini tamamen çizimlere, heykel çalışmalarına verdi. Homeros’a ve Antik Yunan dramalarına olan tutkusu tartışılmazdı. Danimarkalı neo-klasik heykeltraş Bertel Thorvaldsen’in eserlerindeki anatomiye ve sanatına büyük ilgi duydu.
1888’de tekrar Oslo’ya gitti. İncil ve Yunan mitolojisinden etkilendiği motifler, rölyefler ve heykel çalışmalarının eskizlerini yaptı. Bu dönemde çok zor zamanlar geçirdi.
İşte tam bu sırada ünlü heykeltraş Brynjulf Bergslien ile tanıştı. Bergslien onu stüdyosuna kabul etti ve burada yaptığı çalışmalar sonucunda 1889’da ilk katıldığı sergi olan “State Exhibition of Art” da yerini aldı. Bu da onun kısa sürede Oslo Tasarım Okulu’a kabulünü sağladı.
Vigeland’ın yeteneği artık birçok çevre tarafından kabul edilmişti. Daha sonra Sanat Akademisine gitmedi. Fakat kendini geliştirmek için çok ama çok çalıştı.
1891’de Kopenhag’da Vilhelm Bissen’in stüdyosunda çalıştı. Daha sonra 1893’de 6 aylığına gittiği Paris’te Auguste Rodin ile tanıştı. “Cehennem Kapıları” adlı eserinden çok etkilendi. Vigeland’ın erken dönem (1894-97) baş yapıtı olarak değerlendirilen ve bugün Oslo Ulusal Galeri’de sergilenen bronz “Cehennem” isimli eseri bu etkileşimin bir ürünüdür. Aynı eserin alçı kopyası da Vigeland Müzesi’ndedir. Yine Rodin’in kadın erkek arasındaki ilişkiyi anlattığı temalar, Vigeland’ın da hayatı boyunca işlediği ve geliştirdiği temalar olarak gün yüzüne çıktı.
Zaman içinde heykellerinin çok etkileyici ve tüm fikirlerinin çok iyi anlaşılır nitelikte olmasına büyük özen gösterdi. Bu bağlamda modern Rodinistik tarzdan ayrılmaya, farklı düşünmeye başlamıştı.
1895’te Floransa’ya oradan da Berlin’e gitti. Bu yolculuklar ona “Uluslararası Sembolist Akım” hakkında önemli fikirler kazandırdı. Bu arada “Sanatta Realizm” ile ilgili düşünceleri başka sanatçı arkadaşlarına ilham verdi.
1896’da ülkesine geri döndüğünde Antik Çağ ve Rönesanstan etkilenmiş olduğu sanat çalışmalarına yansıdı. 1897-1902 yılları arasında Trondheim’da Ortaçağ’dan kalmış bir katedralin ( Stave Church; Ortaçağda Norveç için karakteristik tahta kilise tarzı) restorasyon çalışmalarında görevlendirildi.
Bu tahtadan yapılmış kiliselerin çatılarında kötülüklerden ve şeytandan koruduğuna inanılan tahtadan oyulmuş ejderhalar ve kertenkeleye benzer hayvanlar vardır. Vigeland bu figürlerden çok etkilenmişti. Daha sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarda bu figürleri sıklıkla kullandı. Vigeland parkta da bunun örnekleri ile karşılaşıyoruz. Yüzyılın başında Norveç’te bir çok anıta imza attığı gibi, ülkenin tanınmış simalarının portrelerini yaparak da kendine seçkin bir yer hazırladı. Bu portrelerden biri de, 1903 yılında yaptığı, Norveç’te çağdaş tiyatronun kurucusu, oyun yazarı ve şair Henrik Ibsen’e aittir.
İşte tüm bu dur durak bilmeyen çalışmaları ona Frogner Parkın kapılarını açtı. Tabii Vigeland Parkın bu kadar zengin bir sanat müzesi olmasında, onun daha önceki yıllarda çalışıp emek vererek yaptığı heykellerinin de payı büyüktür.
Gelelim VIGELAND PARK’a
Gece gündüz, yaz kış, halka açık ve ücretsiz olan 323.750 m2 lik devasa Frogner Park’ın (Yaklaşık Gülhane Parkı’nın üç katı büyüklüğünde) içinde yer alan muhteşem bir açık hava sanat müzesi.
Parkta hepsi Vigeland tarafından yapılmış 214 bronz ve granit heykel ile 758’den fazla rölyef yer alıyor.
Tüm heykeller, parkın mimari olarak dizayn edilmesi, tüm taban düzenlemeleri, çim ve taş alanlar, muhteşem çeşme, kapılar, aydınlatmalar, ana yol boyunca bir sınır oluşturmak için dikilmiş olan akçaağaçlar, hepsi ama hepsi ömrünü adadığı bu park için kendisi tarafından tasarlanmıştır.
Ve bir de önemli vasiyeti vardı ki; “Benden sonra hiçbir şey değiştirilmesin..”
Parkın ana girişi, 5 büyük ve yayaların geçtiği 2 küçük ferforje kapıdan oluşmaktadır.
İçeri girdikten sonra sizi 100m. uzunluğundaki sağlı sollu 58 bronz heykelin olduğu bir köprü karşılar. Hayretler içinde hangi birine bakacağınızı şaşırdığınız bu heykeller, kadın erkek, genç yaşlı, erişkin çocuk ilişkilerini olağanüstü bir güzellikte anlatmaktadır. Vigeland’ın sanatını içinizde hissettiğiniz bu köprüde en ünlü heykel kızgın çocuk heykelidir. Baba ve çocuk ilişkilerini anlatan heykeller özellikle de 4 çocuğu ile baş etmeye çalışan baba heykeli çok etkileyicidir.
Köprüyü geçtikten sonra karşınıza muhteşem çeşme gelir. İnsan vücutları ile başlayan ve yukarda ağaçlara dönüşen 2m. uzunluğundaki heykeller herhalde Vigeland’ın en orijinal tasarımları olmalı. Çeşmenin her köşesinde beşer tane olmak üzere 20 adet bronz heykel ve bunların arasını çevreleyen 60 adet bronz rölyef vardır. Bu heykel ve rölyeflerde de yine insan hayatının çeşitli evreleri gözler önüne serilmektedir. Ve tabii tam ortada muhteşem bir fıskiye…
Monolit; Parkın odak noktasıdır. Bu monoblok sütun Norveç’in güneydoğu sahilindeki Iddefjorden’de bir dağdan getirilmiştir. Bittiğinde 80 ton ağırlığında olan, figüral kısmı 14,11 m. tamamı ise 17,28 m. yüksekliğindeki bu muhteşem monolitin üzerinde 121 iç içe geçmiş insan figürü modele etmiştir Vigeland. Alt kısımda yaşlı insanlarla başlayan figürler, yukarı doğru çıktıkça yerini gençlere ve çocuklara bırakmıştır. İnsanın ilahi olana ulaşma arzusu, manevi özlemi, birbirine olan bağımlılığı, hayat mücadelesi, varoluş ve yaşanılan günlerin ne kadar kıymetli olduğu döngüsel bir tekrarlamayla çok güzel ve etkileyici bir şekilde biz izleyenlere anlatılmıştır.
Monolitin çevresindeki merdivenli platoda da 36 granit heykel grubu bulunmaktadır. Bu heykeller insan hayatını değişik evrelerini temsil ediyor, gençler çocuklar yaşlılar torunları günlük yaşam mücadelesi içinde harika bir şekilde gözler önüne seriliyor. Fallik bir sembol olan monolit ise, günlük yaşamın akışkanlığı içinde fantazi dünyasını anlatıyor.
Monolitin yapımı 1929’dan 1943’e kadar sürdü. Vigeland’ın ölümünden kısa bir süre önce bitti. Sanki bitmeden gitmemesi gerektiğini biliyormuş gibi…
Monolitin arkasındaki son heykel ise, 1933-34’de yapılmış olan Yaşam Çarkı. 3m.çapında, 4 erişkin ve 3 çocuk figüründen oluşan bu çark ebedi bir yaşam döngüsünü anlatıyor.
Parktan 5 dakikalık bir yürüme mesafesinde ise Vigeland Müzesi var. Bu muhteşem bina çalışmalarını burada sürdürebilsin diye 1924’de Oslo Belediyesi tarafından kendisine tahsis edildi. 1943’de bu dünyadan ayrılana kadar da burada yaşadı ve atölye çalışmalarını yaptı. 1947’de halka açılan müzede 1600 kadar heykel, 12.000 çizim ve 420 ağaç oyma eserle, yüzlerce alçı model sergilenmektedir. Sanatçının külleri de bu binanın kulesinde özel bir yerde saklanmaktadır. Norveç kronu üzerinde de hakettiği yeri almış olan Vigeland’ın kendini yaptığı heykel ise parkın girişinde misafirlerini selamlıyor.
Vigeland Park, bir ömrün adandığı, sanatsal obsesyonun en güzel örneğidir. Norveçli heykeltraş Gustav Vigeland’ın Oslo’ya, dolayısıyla da hepimize bir armağanıdır bu muhteşem park.