Romantik ressam Eugène Delacroix ( Öjen Dölakua )
Sıradışı bir kadın yazar George Sand
Melankolik kompozitör Frédéric Chopin ve
Kesişme noktaları Musa’nın Vadisi Valldemossa…
Asıl adı Aurore Dupin Dudevant olan George Sand’ın 1834’te Revue des Deux Mondes’da ilk makalesi yayınlanacaktı. Derginin editörü F. Buloz, Delacroix’dan Sand’ın bir portresini yapmasını istedi. Bu vesile ile tanıştılar ve daha sonra çok iyi dost oldular.
Uluslarası üne sahip ilk kadın Fransız yazarlardan biri olan Sand, yaşadığı dönem itibariyle diğer kadınlara hiç benzemiyordu. 19. yüzyıl Fransa’sında kadınların birey statüsünün nasıl reddedildiğini bildiği için yazılarını George Sand takma adı ile yazıyordu. İsmine uygun olarak da erkek kıyafetleri giyiyor, Paris’in salonlarında erkek arkadaşları ile vakit geçiriyor, puro içiyordu. Franz Lizst, Victor Hugo, Gustave Flaubert ve Honeré de Balzac ile de yakın arkadaştı. O dönem için dünyanın ileri görüşlü, sofistike Paris sosyetesinde bile bir kadının bu denli rahat hareketleri hoş karşılanmıyordu. Bağımsızlığına düşkün, özgür düşünen bir kadın olarak; onun cana yakın düşüncelerinin yanında, maskulen hayat tarzı sergiliyor olması, bir erkeğin aklıyla hareket ederken, bir kadının duyarlılığı ve arzularını da üzerinde taşıdığı fark ediliyordu.
İlk eşi Baron Casimir Dudevant’tı. İki çocuk sahibi olduktan sonra, Barones Dudevant olarak aristokrat yaşama dayanamayıp, çocuklarını da yanına alıp eşinden ayrılmıştı. Kocasından başka onlarca sevgilisi olmuştu. Daha sonraki aşklarından biri de şair Alfred de Musset idi. O dönemde yazmaya başladı. Renkli hayatı ona malzeme oluyordu. Ama en fırtınalı ilişkisi, sekiz yıl kadar süren Frédéric Chopin ile olan ilişkisiydi.
1836’da Sand, Chopin ile tanıştı. Chopin, ilk tanıştığında Sand’dan hiç hoşlanmadı, hatta Polonya’ya ailesine yazdığı bir mektupta bu durumdan bahsetti. Ama ne var ki bundan iki yıl sonra bilinmez bir durumda sevgili oldular. Yine 1838’de Chopin’i Delacroix ile tanıştırdı. O dönemde birbirlerini ne kadar sevdikleri bilinmez ama, birbirlerinin sanatına aşırı saygı gösterdikleri bir gerçekti.
Aynı yıl Delacroix çiftin yağlıboya resmini yaptı. Chopin piyano çalıyor, Sand ise yanında müziğinden etkilenmiş bir şekilde onu izliyordu. Portreyi tamamlayabilmek için stüdyosuna bir de dikey piyano almış olmasına rağmen bu çalışma yarım kaldı, asla bitirilemedi. Ölümüne kadar da ressamın stüdyosunda kaldı. Ne yazıktır ki bugün resim ikiye bölünmüş olarak sergilenmektedir.
1838 sonbaharında Sand ve Chopin ani bir kararla Mallorca’ya gittiler. Önce başkent Palm de Mallorca’da bir ev tuttular. Fakat giderlerin çok yüksek olması sebebiyle Aralık ayında Palma’dan 17 km uzakta şirin kasaba Valldemossa’da Cartuja Manastırı’na taşınmak zorunda kaldılar. Sonbahar gayet iyiydi, hayatlarından çok memnunlardı. İlk günleri büyük bir mutluluk içinde geçti. Her ikisi de samimi, düşündürücü ve manastırın manzarası kadar aydınlık eserler ürettiler. Tek sıkıntı çiftin yaşam tarzı; özellikle de Sand’ın marjinal tavırları, erkek kıyafetleri giymesi, puro içmesi muhafazakar köylüler tarafından hoş karşılanmadı ve sosyal olarak dışlanmalarına sebep oldu.
Valldemossa ‘da sosyal hayat kadar kış da çok çetin geçiyordu. Manastır bir o kadar daha soğuktu.
Çok fırtınalı bir günde Sand, çocukları ile zorlukla eve döndüğünde Chopin’i doğanın sesleri ile bütünleşmiş şekilde sanki bir hayal aleminde buldu. Beyni doğanın gizemli sesleri ile dolmuş gibiydi ve bunlar birer birer notalara dönüşüyordu. Chopin bu hayalini “Bir buzlu göl içinde, düzenli bir ritmde göğsüme damlayan su damlaları…” şeklinde ifade etmişti.
Pek çok müzik eleştirmeni Chopin’in o fırtınalı gecede Sand’a çaldığı bestenin “The Raindrop” olduğuna inanır. ( Prelude [Op.28, No:15] )
Çok zor şartlar altında, her ne kadar çetin bir kış geçirmiş olsalar da Chopin en güzel eserlerini Valldemossa’da bu üç ay içinde bestelemiştir. Üç düzine Prelude, Ballade, Polonez ve Scherzo gibi sayısız esere imza atmıştır.
Yine Sand da ” A Winter in Mallorca” , “Mallorca’da Bir Kış” adlı romanını kaldıkları üç ay içinde yazmıştı. Eseri 1841’de edebiyat ve kültür dergisi Revue des Deux Mondes’de yayınlandı.
Her ikisi de o dönem Valldemossa’da tarihin derinliklerinden gelen, terkedilmiş bu ortaçağ manastırında sanki büyük bir ilham dalgası ile duygu testine tabi tutulmuşlardı. Sand da romanının sayfalarından intikam alıyor gibiydi.
İlk geldiklerinde Chopin Pleyel piyanosunu beraberinde getirememiş, orada bir piyano kiralamıştı. Kendi piyanosu daha sonra Marsilya ‘dan bir gemiye yüklenerek Mallorca’ya getirildi. Bir hafta limanda bekletildikten sonra eşeklerle taşınarak Valldemossa’ya ulaştı. O zaman bu transfere 500 Frank ödedi. Piyano bugün manastırda 1932 yılında müze haline getirilen 4 Nolu hücrede sergilenmektedir ve harika akustik eşliğinde 20 dakikalık Chopin dinletisi de manastırı ziyarete gelenlere çok mutlu anlar yaşatmaktadır.
Eski bir Arap şeyhi Musa’ya ait bir kale üzerine 1310 yılında Mallorca Kralı II. Jaume tarafından oğlu Sancho için inşa edilmiş olan Cartuja de Valldemossa; alımlı yeşil çini kaplı çan kulesi ile, avlusunu oluşturan Juan Carlos Bahçeleri ile 2011’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Sierra de Tramuntana’nın nefis manzarasında Toscana’yı aratmayan güzelliktedir.
Mallorca’da beni en çok etkileyen kasaba Valldemossa’nın; arnavut kaldırımlı sokakları, Calle de la Rectoria’daki yeşil panjurlu evleri, evlerin duvarlarına asılmış rengarenk çiçeklerle dolu saksıları , belki de Chopin ve Sand’ın romantik ve sevgi dolu anılarının bıraktığı izler, benim hala kalbimin bir köşesini süslemekte. Bu arada harika manzara eşliğinde Miranda des Lledoners’da güzel bir öğle yemeği yemek de saklanan anılara bir renk katacaktır düşüncesindeyim.
Palma’dan Valldemossa’ya yapılan yolculuk daracık yolda, bir tarafı muhteşem deniz manzarası ile birlikte derin mi derin bir uçurumla tam da kalp krizi geçirtecek tarzda… Sürücümüzün çok yetenekli olmasına karşın, bu daracık çok tehlikeli ve dolambaçlı yolda otobüsün tekerleğinin yoldan çıkması bize çok korkulu anlar yaşattı. Sóller’deki 1912 yılından kalma tahta tren ile yaptığımız yolculuk da tam bir nostalji idi. İstenirse Sóller’den Port de Sóller’e giden eski bir tramvay da var.
Manastırda en eski bölüm olarak bir revak, eski bir eczane ve kütüphane, yatakhane odaları ve seyir terası bulunmaktadır.
1399’da Carthusian rahiplerine bağışlanan bu muhteşem yapı genişletilerek bir manastıra dönüştürüldü. 1835’te ise devlet adamı Mendizábal’ın dini müsadereleriyle rahiplerin sınır dışı edilmesi üzerine özelleştirildi. Tam da bu dönemde, 1838-39 kışında Chopin, buradan 4 nolu hücre (oda) olarak bilinen ve bugün müze haline getirilmiş üç büyük oda ve bir bahçeden oluşan bölümü kiraladı.
1840’larda Delacroix, üç yaz boyunca Sand’ı orta Fransa’da Nohant’ta bulununan kır evinde ziyaret etti. Bu dönemde ” Nohant’ta George Sand’ın Bahçesi” isimli bir manzara resmi yaptı ve bunu Sand’a hediye etti.
Delacroix’nın bu çalışmalarındaki teknik, daha sonraki yıllarda izlenimcileri de etkileyecek olan çizgiden ziyade renk ve hareketin ön planda olmasıdır. Etkileyici fırça darbeleri, aynı zamanda bir mural sanatçısı olan Delacroix ‘yı empresyonistler için sembol haline getirmişti.
Yaklaşık sekiz yıl sonra Sand ve Chopin birbirlerine olan kırgınlıkları nedeniyle yollarını ayırdılar ve Chopin ‘in 1849’da ölümünden önceki iki yıl hiç görüşmediler. Delacroix ise son ana kadar Chopin ‘in yanındaydı, ölüm döşeğindeyken bile her gün onu ziyaret etti. Cenaze masraflarını ödeyen arkadaşlarından biriydi ve cenazede tabutunu taşıdı. Ölümünden hemen sonra “Sevgili Chopin için” diye Dante’ye ait olduğunu söylediği bir eskiz çizdi. Önce Dante olarak çizilen ve Paris’teki Lüksemburg Sarayı’ndaki kütüphanenin tavanını süsleyen bu resmin Chopin olduğu düşünülüyor.
Sand ve Delacroix, ressamın 1863’te ölümüne kadar dost kaldılar. Daha sonra Sand ve Chopin’in resimleri ikiye bölündü bazı bölümleri de kayıp. Bu işi kimin ne zaman yaptığı bilinmiyor ama tablonun değerini arttırmak için yapıldığı düşünülüyor. Aşkları gibi resimleri de ayrılan bu iki sevgiliden Chopin’in resmi Louvre’da, Sand’ın resmi ise Kopenhag’ta Ordrupgaard Müzesi’nde sergileniyor.
“Resim, sanatçının ruhu ile izleyicinin ruhu arasında bir köprüden başka bir şey değildir.”
George Sand, yetmişten fazla roman, elliden fazla öykü yazmış kadınları ve tutkuyu savunmuş, evliliği kınamış, muhafazakar bir toplumun önyargılarına karşı savaş vermiştir.
“Ah, ruhun gücü! Ruhun mucizelerini anlamayanlar, hiç âşık olmamış demektir!”
Chopin, şiirsel zekası sayesinde piyanosunda neredeyse şiirler yazmıştır.
“Hayat muazzam bir uyumsuzluktur.”