Ekrem Kahraman Söyleşisi II
Ekrem Kahraman’la ‘Bulunduğumuz Yer:…’ isimli sergsinden sonra hayli uzun ve keyifli bir sohbete imza atmıştık. : meta-para ikilemine getirdiği yorum farkına tanık olacaksınız. İşte sohbete dair detaylar…
İSE: Ben bir de şunu konuşmak isterim. Mesela siz- tahminimce- gönlü zengin bir insan olduğunuz için kanvas baskıya izin vermişsiniz. Ama kimi ressamlar asla sıcak bakmıyor böyle bir uygulamaya. ‘Benim eserim biricik’ diyor. Böylece ben Ekrem Kahraman’ın eserlerini beğeniyorum ve asabiliyorum evime. 30-40 lira bir para veriyorum ve orjinali olmasa da kanvas baskısını alıyorum. Ama gün gelir orijinalini alacak gücüm olursa onu da alırım. Ressamın bu konudaki olumlu tutumu da benim hoşuma gidiyor açıkçası.
Var mı benim resimlerimden birinin dijital baskısı şimdi sen de?
İSE: Evet, var. Uzunlamasına kırmızı, altta pamuk tarlası olan bir resminizin baskısı var benim evimde.
İzmir’de Alsancak’ta Selçuk Yaşar Müzesi’nde o resim şimdi.
İSE: Aa! Öyle mi? İzmir’e gidersem müzeye gidip orijinalini görmek isterim. Ne güzel bak ! Şimdi daha da büyük bir bağlantım oldu hem eser hem de sanatçıyla…
Oradakilere de benden selam söyle, sana özel olarak göstersinler tabloyu. Bir de kahve söylesinler. Öyle söyle sen onlara. (gülüşmeler)
İSE: Ödülllü bir resim değil mi o?
Evet, ödüllü bir resim o… ‘Durmuş Yaşar ve Oğulları’ vardır ya. DYO’nun ödüllü bir yarışmasında benim ödül aldığım ve şu anda orada sergilenen bir resim… Onların koleksiyonlarında… Güzel bir resimdir hakikatten.
İSE: Evet, ben de seviyorum. O resmin kanvas baskısı olması da güzel… Sanatçının buna izin veriyor olması da benim açımdan da ayrıca güzel ve zevkli bir şey… Ama bir çok sanatçı bu konuda çok katı durabiliyor… Özellikle de buna Türk sanatçılarda rastlıyoruz. Sanatçılardaki bu duruş ve kaygıda beni biraz geriyor açıkçası.
Biliyorum ben o tavrı.
İSE: Yani o kanvas baskı sanatçının tablosunun değerini düşürmeyecek ki!
Aksine arttırır.
İSE: Evet! Tanıtım, marketing, PR bir sürü yan desteğe ihtiyacı var sanatçının ve her ne ise o gereken desteklerden biri de bu aslında… Bu da bir tür tanıtım işte!
Bunlar basmakalıp düşünceler… Kafanın darlığından bir an gelir ki basmakalıp bakarsın. Kalıp içindeki bir bakışaçısı genişleme şansı, büyüme, kopma, bulaşma şansı asla bulmaz.Hani derler ya Anadolu’da da ‘kokmaz bulaşmaz’ bitti boşver! Ya da ne derler? ‘Yaralı parmağa işenmez.’ Ben işerim abi!
‘Sanat eserini değerli kılan paylaşılabilir olması’
Ben evime gidiyorum. Telefonumu sessize alıyorum. Sonra baktığımda telefona beni kim, neden aramış, yanıtını biliyorum. Bir gün bizim Yunus Tonguç’un ‘heykeltraş’ telefonunu gördüm son aramalar listesinde. Aradım, ‘Hayırdır’ dedim. Arkadaşlarıyla dolaşıyormuş akşam saat 7 sularında. Benim resmimin dijital baskısını görmüşler Tünel’den yukarı çıkarken. Onun için aramış beni, bir telaş şöyle dedi: ‘Senin resmin sahtesini basmışlar, izinsiz olarak satıyorlar.’ Hangi resim olduğunu öğrendim ve ‘Önemli bir şey değil’ dedim.
Hemen ‘Nasıl önemli değil’ diye itiraz etti. Ben de açıkladım durumu, müsaade ettiğimi söyledim. ‘Senin resimlerin değerli, böyle bir şeye nasıl müsaade edersin’ diye şaşırdı. O öyle söyleyince ben de ‘Hayır, benim resimlerim değerli değil’ dedim. Bu defa da susup kabullendi durumu.
Bir hafta sonra buluştuk kendisiyle. ‘Sen öyle söyledikten sonra ben ne diyebilirim ki’ dedi bana. ‘Ya Yunus akıllı adamsın sen’ dedim ben de. ‘Orada biri bunu satmaya çalışıyor ve birileri de bunu gidip alıyor mu? Evet. Demek ki bu değerli bir şey. İki: Sen beni gece yarısı telefonla arıyorsun değersizse benim resimlerim ne diye arıyorsun beni o saatte? Evet, çok güzel, değerli bir şey! Onu değerli kılan ne? Paylaşılan bir şey olması benim için.’ Elbette her paylaşımda belirli bir payın sanatçıya geri dönmesi lazım… ‘Telif hakları yasası’ da bunun üzerine kurulu zaten…
İSE: Evet, telifi de ödendikten sonra…
Tabi! Ama bu yasadır, ben hayata bakarım. Hayat ve yasa çoğu kez çelişir, umrumda da değil. Bir biçimde dijital baskı sana ulaşmasa ya da sen onu görmesen, Ekrem Kahraman’la gelip görüşecek halin yok.
İSE: Doğru, haklısınız.
Ha görüştün de ne oldu? Bu da maddi bir şeye tekabül eder. Burası bana ait… (atölyesini göstererek) Ben burayı babamdan kalan parayla almadım. Bir şekilde üç kuruş- beş kuruş benim emekliliğimden, eşimin emekliliğinden birikimlerle aldım. Burası bir değer… Gelibolu’da bir tane yazlık evim var, resim verdim ve aldım. Bitişiğinde atölyem var, orayı da resim verip aldım. Ne yapacağım ki ben parayı?
İSE: Gidip ev, atölye alacaksınız.
Gideceğim yazlık alacağım, atölye alacağım. Alıyorum zaten, paradan bana ne ya? Onun için burada kimileri bazen basmakalıp düşünüyor dedim ya. O da şudur: Geliyor diyor ki adam: ‘Ben sergi açılışlarına gitmem.’ Neden gitmediğini soruyorum, ‘Resim seyredemiyorum’ diyor. Resim seyretmek istiyorsan sonra bir daha git! Ciddiye almam ben böylelerini; çünkü bunlar orijinal görünme heveslisi tipler… Yani ister dükkan açayım, ister sergi; ister ‘evleniyorum’ diye düğün yapayım… O bir paylaşımdır, bu kadar basit! Sen paylaşmaya gitmiyorsun ama paylaşılacak olan şeyi de görmek istiyorsun.
Buna benzer basma kalıp laflar vardır. Nedir o? ‘Biriciktir benim için!’ İyi de yaratılan her şey biriciktir. Sanat yapıtı elbette biriciktir. Onun biricikliğini bozar mı taklitlerinin ya da dijital baskılarının olması… Bu da çok basmakalıp bir fikirdir açıkçası. Bunun gibi orijinal görünmek için taşınan görüşler, söylenen laflar, ileri sürülen fikirler, bir takım davranış biçimleri… Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor, ben ‘sahici’ olana bakarım. Nedir sahici olan? Bir yerde güzel bir resme rastlarım, o benim için sahicidir. Ya da insanlar geliyor, ‘Ekrem bey bizde bir resminiz var ama imzası yok’ diyorlar. ‘Benim Yapı Kredi sergim vardı, oradan mı aldınız’ diye soruyorum, ‘Evet!’ Çünkü o yıl yaptığım resimlerin hiçbirine imza atmadım mahsus!
İSE: Neden?
Hiiiiç, oynaşıyorum! Böyle muzırlıklar yaptım ben zaman zaman. Nedenini sordular, ‘Geldiniz işte’ dedim ben de. Şaşırdılar tabi, ‘Peki, imza atar mısınız’ diye sordular. ‘Neden atmayayım, atarım’ dedim. Ücretini sordular bu defa, ‘Eve davet edersiniz, bir duble viskimi koyarsınız, bademimi hazırlarsınız, imzamı atarım ben de’ diye şartlarımı saydım. (gülüşmeler)’Bu kadar mı? Seve seve…’ dediler. Sonra gerçekten o kızların evine gittim. Her şeyi hazırlamışlar, bademler, viskiler falan. Oturduk muhabbet ettik, resmi imzaladım. Paylaşım bu! Bu da bir oyun! Ben onu imzalamış olsaydım -ki her zaman uyguladığım bir şey değil bu- böyle bir anım olmayacaktı. Mahsus kapıyı açıyorum, giren kuş var mı bakıyorum. Bu da bir oynaşma… Bu da olması gereken bir şey… İki arkadaş birbirine takılmayacaksa, çiftler birbirine şaka yapmayacaksa, sevgililer birbirine kur yapmayacaksa, iki komşu dükkanın esnafı birbiriyle oynaşmayacaksa hiçbir ilişki yürümez ki!
‘Resimlerimin fiyatını resmettiğim taş sayısına göre ayarlıyorum’
Hoşluk olsun diye anlatıyorum. Ben buraya alıcı sokmam. Hatır için gelir birileri yoksa galeriler kanalıyla satış olmasını tercih ederim açıkçası. Çünkü incitici bir tavır gözlemliyorum alıcıda. Şimdi gene hatır için birileri gelmişti vaktiyle, iki resim beğendi. Mümkün olduğu kadar da tenbihlemişler onu, ‘Kabalık etme!’ diye.
Önden hazırlıklı geliyor yani.
‘Bu resimlerden birini alayım’ dedi. ‘Bu kaç lira, diğeri kaç lira?’ diye sordu.
İSE:Aa! Hocam sıkı bir espri geliyor gibi.
Ben de söyledim fiyatları ama ikisi arasında fiyat farkı var. ‘Ama boyları aynı, neden biri diğerinden daha pahalı’ diye sordu. Ben de o zaman diğerini ‘fiyatı daha düşük olanı- almasını önerdim. ‘Yok’ dedi, ‘Bu hoşuma gitti.’ Ben de ‘O zaman neden soruyorsun ki, bu kaç para diye’ dedim. Ama alıcı da bu defa ‘Ben zaten beğendiğimi alacağım da hani merak ediyorum, biri neden diğerinden daha pahalı’ diye ısrar etmeye başladı. Dedim ki: ‘Bak bu iki resimde de taşlar var. Taş sayısına göre ayarlıyorum. Beş tane taş boyamak var, 20’ye yakın taş boyamak var. Bunda bak 20’ye yakın taş var.’ Şaşırdı tabi alıcı: ‘İlginç, hiç böyle düşünmemiştim’ dedi.
Aradan biraz zaman geçti, laf geri geldi: ‘Ya sen taşlara göre mi fiyat koyuyorsun?’ Birileri de bunu ciddiye alıyor. Halbuki, benimle yapılmış bir kaç röportajı bulup okusan bir yerlerden… Bu adam diyor ki: ‘Niye bu insanlar bu resimlere para veriyor, ben buna şaşıyorum.’ Bunu söyledim ben ve hala da söylerim. O zaman da ‘İyi de gel bize parasız ver bunları’ diyenler çıkıyor. Eee! Sen de gel benim evimde temizlik yap, ayakkabılarımı sil mesela! Şimdi ben sergi açmış değilim, sen araya bir sürü insan koyup hatır gönül geliyorsun buraya. O zaman soramazsın, ‘Neden bu böyle’ diye.
Vaktiyle köylerde kız istenirken, ikram olarak özellikle kızdan ayran isteniyormuş. Yoğurt özemeyi biliyor mu, bilmiyor mu? Ben de dedim ki anama, ‘Ya ana! Bu yoğurdu özeyemeyenler de mi var?’ ‘Var herhalde’ dedi. İş kolay, yoğurt özemeyi öğrenirsin. Kese yoğurdunu içerisinde topaklar bırakmadan ayran kıvamında yapabilmek için bir baktın, kim bu? Filanca. Onla evlenmek istemiyorsan özeyemezsin.
Ama yok evlenmek istiyorsun, ne var öğren yoğurt özemeyi. Öyle bir ayran yap ki oğlanın annesi babası ‘Ne kadar güzel ayran yapıyor bu kız, bizim oğlana tam yakışır’ diye düşünsünler. Her şeyin bir sistemi var, kolay bir yöntemi var. Sanat ortamında da belli değerler var, ben ne diyorum? ‘Atölyeme alıcı sokmam’ Ahlaki olarak beni incitiyor, rencide ediyor. Çünkü adam diyor ki, ‘Neden, parasıyla değil mi?’ aslında bunu hiçbir zaman söyleyemezsin. Mümkün değil. Ama herif söylüyor. ‘Küçücük bir sözdür insanı alıkoyar’ derim ben.
‘Alt tarafı resimse, benimkinin üst tarafı da resim’
Nüfuslu bir bey geldi Bandırma’ya, benden resim almak için. Kolundan tutup atölyeden attım sonunda. ‘Resim almaya geldim ama çok pahalı’ diyor. Ben de kırmamak için ‘Tamam, ne düşünüyorsunuz siz söyleyin, onu yapalım’ diyorum. Ses çıkmıyor, ben biraz oynama yapıyorum hepsine ‘Pahalı’ diyor. En sonunda ‘Pahalı değil, ne demek’ dedim. ‘Tabi pahalı, alt tarafı resim’ dedi. Gidip kapıyı açtım, ‘Benimkinin üst tarafı da resim’ dedim. Ama herif tak diye geri döndü, ‘Buradan resim almadan gitmem’ dedi ve bir resim alıp öyle gitti.
Karşındaki alıcının elindeki tek silah parası… O parayla eğer bir çok şeyi başarmışsa, insanlara boyun büktürmüşse, onları el pençe divan durdurmuşsa, hep dediği fiyat üzerinden bir anlaşma sağlanmışsa… Bir, iki, beş, on, on dördüncüye geliyor, aldığı yanıt şu: ‘Yok kardeşim! Sen orada dur.’ Ben öyle söylüyorum hep mesela; ‘Paraya ihtiyacım yok ki benim.’ Adamın elindeki tek silahı alıyorum sonra. Nasıl hükmedecek bana? Bitti, o kadar. Aç kalırsam bir inşaat ustasının yanında tuğla taşırım harç kararım. Bu durum sürerse, tuğla dizmeyi de öğrenirim duvar örmeyi de. N’olacak ya? Onunla karnını doyuran, hayatını sürdüren o kadar çok insan var ki! Ben ırgatlıktan geldim, geldiğim yere geri dönerim.
Salih Seçkin Sevinç