Moiz Zilberman ile Söyleşi I | Casa Dell’Arte CEOsu
Sergilerini severek izlediğimiz, galericilik anlayışını çok beğendiğimiz ve Türkiye’de sanat piyasası adına gerçekten hem çizgisi hemde duruşu ile çok büyük bir katmadeğer sağladığını düşündüğümüz Casa Dell Arte’nin CEO’su Moiz Zilberman ile görüştük. Sadece sanat konuşuruz diye düşünmüştük ancak Moiz beyin tecrübesi ve bilgisi ile Türkiye ve dünya sanat piyasası, kriz, ekonomi, ilerleyen dönemlerdeki projeler ve bu işe nasıl başladıklarına dair birçok konuda çok geniş ve bir o kadar da keyifli bir sohbet yaptık.
…. ve işte bu güzel sohbetimizi tüm İstanbul Sanat Evi izleyicileri ve sanatseverler ile 2 bölüm halinde yazı dizisi olarak paylaşıyoruz.
İSE: Türkiye’de sanatın genelde üst dilde bir paylaşımla sunulması, sadece yüksek gelir gruplarının ya da belirli kesimlerin ilgi duyduğu kapalı bir alan olarak algılanması, erişilemez oluşuna dair önyargı… ama aslında sanatın herkes için ve evrensel oluşu… Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Moiz Zilberman: Türkiye’de plastik sanatlar maalesef “snobe” edildi. Snobe edildiği için, biz burada kapıdan içeri girmeye korkan çok insan görüyoruz. Kimi galeriler veya sanatçılar bundan hoşlanıyor olabilir ama sonuçta nereye varıldığına bakacak olursanız Türkiye’de gerçek anlamda toplam henüz 100 koleksiyoner bile yok. Koleksiyoner seviyesinde olmasa da sürekli resim alan da ancak 500 kişi vardır. 70 milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. Bu tabii Türkiye’de sanat ekonomisinin çok küçük olmasına yol açıyor ve büyük ölçüde alıcılar tarafından kontrol edilen bir piyasa haline getiriyor.
80 ve 90’lı yıllarda
80 ve 90’lı yıllarda bu piyasaya biraz farklı alıcılar girdi. Kendine toplumda bir yer edinmek isteyen ama kültürel birikimi itibari ile bu yerde olmaması gereken bir takım insanlar hızla edinilen kazançların bir kısmı ile sanat eseri almaya başladılar. Ama daha çok çağdaşları değil de klasik eserler diyebileceğimiz sanat eserlerini müzayedelerden aldılar. Ama bu, geniş anlamında “sosyete”de bir yer edinmeye yönelik birşeydi.
Son bir iki yılda gördüğümüz bir gelişme de bugüne kadar hep klasik eser alan koleksiyonerlerin çağdaş eser almaya başlaması oldu. Bu olumlu bir hava yarattı çünkü yeni eser üretimini teşvik edici birşey… Fakat bazı resim alıcılarının, resimi bir yatırım aracı, bir meta; resim piyasasını da hisse senetleri borsası gibi görmeye başlayıp alımlarını ve satımlarını buna göre yönlendirmeye başlamalarıyla, birtakım problemler ortaya çıktı. Alıcıların çoğu, sanatçıların atölyelerinden resim almaya alıştılar. Sanatçıların hali ile maddi olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle de fiyatları genellikle çok düşürerek aldılar. Daha sonra araya galeriler girince – ki bugün dünyada başarılı olan her sanatçının arkasında kuvvetli bir galeri vardır, bu iş başka türlü maalesef olmuyor…-
İSE: …..müzik yapan birinin prodüksiyon şirketi olması gibi..
Moiz Zilberman: Evet, gibi. Bu olunca alıcılar direniş göstermeye başladılar. “Galeriden alacağımıza sanatçının atölyesinden alırız” dediler. İşte Türkiye’de çağdaş resim piyasası böyle bir zincirin içinde döndüğü için bir türlü gelişemedi. Daha sonra son yıllarda güçlü galerilerin ortaya çıkması ve yeni sanatçılara destek vermeleri sonucu yeni bir alıcı kitlesi oluşmaya başladı. Bizim de burada yapmak istediğimiz bu 70 ila 100 koleksiyoner ile, 300 ila 500 alıcının dışına çıkmak ve bunları da kapsayan daha geniş bir daireye resim verebilmek.
İSE: Yani tekelin elinden çıkarmak.
Moiz Zilberman: Bir nevi öyle. 70 milyonluk bir ülkede 500 kişi resim alıyorsa bu ülkede sanatın gelişmesine imkan yok.
Neticede bir eserin satılması lazım. Bunun bir ekonomisi olması lazım ve sanatçının cebine para girmesi lazım. Benim tanımıma göre sanatçı olmanın önemli kriterlerinden biri de sanatçının sadece yaptığı sanat ile geçinmesidir. Sanatçının bunun için cebine para girmesi lazım. E bu paranın gelişi de nereden olacak? Bağışlarla olmayacak, eserleri satılacak ve/veya eserlerine sponsorlar bulunacak sonuçta. Ve mantıklı fiyatlara satılması lazım ki sanatçının sanatını icra edebilecek bir hayat standardı olsun.
Şuna çok karşıyım. Bizde öyle bir hava var genelde. “Sanatçı kötü şartlarda yaşar, hep üzgündür. Sürekli morali bozuktur. Kötü yer. O zaman daha iyi işler çıkarır.” Kesinlikle yanlış! Sanatçının doğru düzgün bir atölyesi olması lazım. Işık alan bir yerde olması lazım. Güzel ve doğru beslenmesi lazım. İçecekse de doğru dürüst içmesi lazım. O zaman daha iyi sanat gelir ki, her sanat eserinde mutlaka bir dram vardır. O dram olmadan sanat eseri, sanat eseri olmaz. O dram da tabii ki sanatçının çelişkilerinden, sorunlarından, duygusal dalgalanmalarından, insanlarla ve hayatla barışık olmayışından, politik kaygılarından, çektiği sıkınıtlardan ya da sevinçlerinden çıkar. Ama sanat eseri çok basit bir tanımla sanatçının içindeki birikimi dışa vurmasıdır. Bunlar tabii ki olacak ama bunun için de ille de kötü şartlarda yaşayacaklar diye bir şey yok.
Türkiye’de böyle bir şey var. Bir ressam arkadaşımız kendine ev aldığı zaman çevresi bir tuhaf bakmaya başlar. “Aaa, ne oldu buna? Artık resim yapamaz. Ev almış rahatlamış” denir.
(….gülüşmeler…)
Neticede, Türkiye’de öyle ya da böyle bir ekonomik gelişme görülürken bunun yansıması sanat dünyasında gerçekleşmiyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.
Türkiye’ye ve dünya’ya baktığımız zaman kurumlar ve tabiri yerinde ise piyasa diyelim, gelişiyor ve modern kapitalist ekonominin süreçlerine çok daha uyumlu hale geliyor ama bizim sanat piyasasında hiç böyle bir şey yok. Yıllardır bu iş hep “Sen, ben, bizim oğlan” şeklinde gidiyordu. Şimdi son dönemlerde ileri bakan, vizyonu olan, uluslararası ilişkileri olan ve özellikle gençleri desteklemekten çekinmeyen bir çok galerinin ortaya çıkmasıyla birtakım değişiklikler olmaya başladı. Bizde bunun bir parçası olmaya çalışıyoruz. Hem belirli bir sanat duruşu çizgisine sahibiz figürü ön planda tutan fakat ille de realizm ya da hiper-realizm olacak diye de bir yaptırımı olmayan bir duruşumuz var. Daha doğrusu şöyle tanımlamak lazım. Biz tamamen soyut olan sanat eserini kendi çizgimiz dışında bırakıyoruz (Tabii ki bu tür eserlere de saygımız sonsuz.) ve gençlere de mutlaka destek veriyoruz.
Nihayetinde güzel bir galeri yaptık. Resmi gösteren bir galeri yapmaya çalıştık.
İSE: Konum açısından da çok güzel..
Moiz Zilberman: Evet. Yerimiz, Mısır Apartmanı, Beyoğlu- konum açısından çok doğru bir yer. Daha da hoş bir yer olmaya doğru gidiyor.
İSE: Bir de Bodrum ayağınız var sizin. Orası butik otel şeklinde herhalde… Bir sanat oteli.
Moiz Zilberman: Tabi, zaten biz kurumumuzu . “Sanat Yönetimi” şeklinde adlandırdık. . Bodrumdaki, ortağıma ait otelin ismi de aynı şekilde Casa Dell Arte. Orası önce Yunus bey’in koleksiyonunu sergileyeceği bir büyük ev gibi yapıldı. Daha sonra otel haline geldi ve geçen sene Yunus bey yandaki oteli de satın alıp orayı da birleştirdi. Şimdi her iki otelde hakikaten Çağdaş Türk Sanatı’nın birer müzesi gibi. İlk otel tamamen koleksiyonlardan ibaret eserleri sergiliyor. Yeni yerde ise satışa sunduğumuz eserlerin olduğu yani bizim sanatçılarımızın eserleri sergileniyor. Orası Casa Dell Arte’nin devamı niteliğinde..
İSE: Oradaki müşteri profiliniz nasıl?
Moiz Zilberman: Öncelikle şunu belirteyim, bence Bodrumdaki oteldeki galerimiz dünyanın en güzel galerilerinden biri. Bir havuzumuz var ve onun iki yanı da galeri. Galerinin açılış saati de ilginç. Biz galeriyi güneş batınca açıyoruz ve gece 02:00’a kadar bekliyoruz. Tam Bodrum usülü… Oradaki müşteri profili de çok hoş. Biz bu yaz yaptığımız satışların %40’ını yabancılara yaptık. O açıdan çok sevindiriciydi çünkü yabancıların müşteri sadakati çok yüksek. Bizden bir sanat eseri aldıkları zaman mutlaka tekrar geliyorlar. Arkadaşlarına haber veriyorlar, tanıdıklarına haber veriyorlar ve sergilerimizi orada gezen eser satın alan ya da almayan- birçok insan sonuçta buraya da geliyor. Yani, beklediğimiz şeyde buydu zaten. Devamlılığı sağlaması ve kurduğumuz uluslararası ilişkileri de pekiştirmesi.
Gene başa döneceğim. Bizim amacımız mevcut müşteri kitlesini yeni alıcıları da ekleyerek büyütmekti ve bu yönde gidiyoruz. Özellikle bazı genç arkadaşlarımızın sergilerinde bazı sanatseverler buradan hayatlarının ilk resimlerini aldılar. Bu çok hoş bir şey. Ben 20 yıldır resim alan bir insanım. Bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilirim. Onlar da büyük heyecanlarla aldılar.
İSE: Bir tutku…
Moiz Zilberman: Evet, bir tutkunun başlangıcı bu. Tabi ilk defa resim alacak insanlar için genç arkadaşlarımızın eserleri ile başlamak daha kolay oluyor.
Bunun yanında tabi daha önceden sanat alışverişi sırasında talihsiz tecrübeler yaşayanlarda olmuş.