Sanatta teori üzerine
Sanatta teori üzerine söz etmek için önce kadim yaklaşımlara bakmak gerekecek. Sokrates “Sanat taklittir.” dediğinde taklitin sanat için gerekli olduğu kavramı anlaşılabileceği gibi, bu teorinin bir şeyin taklidi olmadan yapılan sanat eserlerinin sanat olmayacağı sonucuna da ulaşılabilir.
İlk yargım “Sokrates”in sözüne daha iyimser ve mantıksal bir yaklaşımdır.
Taklitten kasıt gerçek dünya nesnelerinin taklitleridir.
Ancak o zamanın başka bir filozofu ve Sokrates’in öğrencisi olan Platon, formların kesin gerçek olduğuna inanıyordu. Platon için sanat bir taklit, gerçek dünya nesnelerinin bir taklidiydi. Oysa formlar gerçek dünya nesnelerinden daha değerliydi. (Çünkü onlar ölümsüz, değişmez ve haklarında gerçeğin bilinebileceği nesnelerdi.
Bir matematikçi içinde 1 rakamı doğada hiç varlığı olmadığı halde gerçek birşey, matematiksel bir nesnedir.) Bu nedenle Platon taklidi bir kusur olarak görüyordu ve taklit olarak sanat Platon’un gerçeğinde iki düzlem gerideydi. Bir kedinin resmi kendisinden daha az gerçek, kedinin kendisi ise mutlak olan zihinlerdeki formundan daha az gerçekti.
İşte yinede Sanat üzerine bir teori olan bu “Sanatın Taklit Teorisi”nin 2000 yıl süre ile yerinde kalmasına neden olanda Sokrates ve Platon’dur. Çünkü bütün bu süre boyunca sanat, çoğunlukla taklit teorisine göre, orijinal nesneyi ne ölçüde temsil ettiğine göre yapılmış ve değerlendirilmiştir.
Platon bugün empresyonistlerle ile ilgili ne derdi acaba?
Konunun aynı bağlamda birleşmesi açısından başka bir örneğe geçip bir soru soracağım. Andy Warhol‘un Brillo karton kutularının ve başka ürünlerin konserve kutularının sergisini sanat yapan ama aynı kutuları markette dükkanda sanat yapmayan şey nedir? Bunun cevabını Arthur Dunto’nun 1964’te “Sanat Dünyası” adlı makalesinden bir kesit alarak verebilirim.
“… İnsan bir sanat zeminin üzerinde olduğunu, bunu ona söyleyecek bir sanat teorisi yoksa farketmeyebilir. Bunun nedeni, bir ölçüde sanat teorisinden dolayı zeminin birleşiminin de sanatsal olmasıdır. Teoriler, sanatı bazı şeylerden ayırdığı gibi, sanatı da olanaklı kılar.
Bir Brillo kutusu ile bir Brillo kutusundan oluşan sanat yapıtı arasındaki farkı meydana getiren şey, sonuçta bir sanat teorisidir. Kutuyu sanat dünyasına taşıyan ve gerçekten olduğu gerçek nesneye dönüşmesini önleyen teoridir. Teori olmadan onun sanat olarak görünme olanağı olmadığı ortadadır. Onu sanat dünyasının bir parçası olarak görmesi için insanın, yakın zaman New York resimlerinin yanı sıra, sanat teorilerinide iyice öğrenmiş ve biliyor olması gerekir. Bunlar elli yıl önce sanat sayılmazdı. Gerçek dünyanın olduğu kadar sanat dünyasının da bazı şeyler için hazırlanması gerekir. Her zaman olduğu gibi, bugünde sanat teorisinin rolü sanat dünyasını ve sanatı olanaklı kılmaktadır…”
Bir şeye sanat statüsü veren, onun bu sanat dünyasına girişidir.
Demek oluyor ki, sanat dünyası öğrenen ve öğrendiği ölçüde sanat tarihi ile içiçe olmuş insanlardan oluşan bir komplekstir. Bir şeye sanat statüsü veren, onun bu sanat dünyasına girişidir.
Bugün eski IBM bilgisayarlarından oluşan bir çöplüğü sanat haline getirmemek için hiçbir neden yoktur. Yalnızca sanat dünyasına adım atması gerekmektedir. Bu da ona zemin hazırlayacak bir sanat teorisin varlığı ile mümkündür. Teorik karşılığını bulunduğu mekanda bulduğu zaman o sanattır.
Peki, öyleyse var olan bir sanat teorisi olmadan yeni bir sanat türü yaratılamaz mı sorusunu burada sormak gerekiyor. Yada başka bir deyişle önce zeminin hazır olması mı gerekmektedir?
Zaman, mekan, coğrafya ve anlayışın etkisi altında insanın bütün bunların dışında -dünya dışı- bir sanat eseri oluşturamayacağı kanaatindeyim. Çünkü yepyeni bir tür sanat eserinin ortaya çıkışı bile onunla beraber olarak gelecek olan sanat teorisinin ince önermeleri bir şekilde sanatçının sezgileri ile reel hayatta bağlantılı olacaktır. Ama bu sanatçıyı bağımlı kılar anlamına da gelmiyor.
Yazım burada bitiyor ama aklıma birde şunlar geliyor…
Sanatta teori yeni süreci uzaklaştırır ama ruha dokunmaz, ola ki ruh kendini teorilerle perdelemesin. Ama bu aradaki fikir akımlarının oluşması ve sindirilmesi için de ruhların perdelenmesi bir o kadar gerekli….
Bu tıpkı şuna benziyor. “Ne sen bensiz varsın, ne ben sensiz bulunurum.”
Yazar: Salih Seçkin SEVİNÇ