Değişen Sanat ve Anlam Yitikliği
Tarihi incelediğimizde ‘sanat becerilerinin anlamını yitirmesi’ ile ‘avangard’lık paralel olarak gelişen iki olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bunun başlıca sebebi ise inkar edilemez biçimde fotoğraf makinesinin icadıdır…
19. yüzyıl ortalarında Delaroche‘un söylediği varsayılan. Bugünden itibaren resim ölmüştür.’ sözü aslında bir iletişim ve belgeleme yönteminin sonunun geldiğini haber veriyordu…
Ölen sadece resim miydi? Kuşkusuz hayır! Klasik anlam da heykelin ve anıtlarında sonu gelmişti.Yeni buluşlar ve teknoloji bambaşka eserler yaratıyordu artık. Modern zamanların anıtları göklere-‘tanrıya’- ulaşan çelik konstürüksiyonlu binalardı bundan böyle.
Ya trene ne demeli? Motorlu- buharlı araçlar zaman ve mekan algısında dramatik değişikliklere yol açtı. Ulaşılmaz uzaklar, ömürlere mal olan hedefler olmaktan çıktı. Tanrısal olan herşey enigmasını yitirdi. Bütün bunlar sanat dalında yeni arayışlara ifade ve iletişim biçimlerine yol açtı.
Yüce, ilahi ve anıtsal olanı yansıtmayı, belgelemeyi kendine görev edinmiş sanatçının çabaları artık anlamsızdı…Akademide öğretilenler önemini yitirmeye başlamıştı.
Sanatçıların yüzyıllar içinde oluşturduğu köklü akademik olgular ve sanatsal ifadeler fotoğraf makinesi sayesinde bir anda hem de mükemmel bir şekilde elde ediliyordu…Üstelik 19. yüzyıl sonunda bunlara hareket kazandırıldı ve film de çekilmeye başlandı.Tarihi etkileyecek her olay kolayca belgelenmeye başlandı…En görkemli kahramanların anıtları yavaş yavaş, yükselen kapitalist değerlerin ve egoların vücuda gelmiş şekli olan yüksek binaların gölgesinde cüceleştiler…
modern öncesi zamanın tabuları
İşte değişen bu değerler avangard kavramını doğurdu…Avangard dediğimiz kişi aslında bir isyankardır. Kendine diretilen yaşam tarzının içinde iletişim ve ifade biçimleri anlamsız kılınmış insandır. Bilimsel teknolojik gelişmelerle aklın sınırları gittikçe genişleyen buna karşın yaşam alanı, algı ve duyguları bir o kadar kısıtlanan bu öncü kişiler sınırları aşıp yeni iletişim ve ifade tarzları bulanlardır. Onlar modern öncesi zamanın tabularını yıkmakta tereddüt etmeyenlerdir…
En önce anlamını yitirenlerden biri tarihin her döneminde ulaşılmazlığını korumuş çıplaklar oldu. Cezanne’ın yıkananlarında çıplaklar artık geometrik olarak ifade edilen nesneler halini aldı. Sanatçı onu tahtından eden bilim ve teknolojiyi anlamlı bilimin metodlarını-gözlem, deney, analiz, sentez- kullanarak yeni ifade biçimlerine ulaşmalı günün insanıyla iletişim kurmalıydı.
Empreyonistler hızla akıp giden modern zamanların içinde anlar yakalamaya çalıştılar. Tıpkı fotoğraf makinelerinin yaptığı gibi ama bir farkla…Fotoğraflar görüntülerin renklerini vermiyorlardı. İşte empresyonistler ışık ve renklerle bu görüntüleri anlamlandırdılar…Monet, Manet, Renoir gibi sanatçılar fotoğrafın veremediği ruhu fırça darbeleri ile eserlerine verdiler…
Heykel sanatının ilk modernlerinden Rodin kahramanları insanlaştırdı. Artık hangi anıt Eyfelin yanında yüce durabilirdi ki? Onları yüceleştirecek olan insani duyguları ve ifadeleriydi. Balzac bütün ayrıntılardan arındırılmış ve sonsuzluğa bakan ifadesinde yoğunlaşmıştır. Victor Hugo bizim bulunduğumuz alana taşmış, statükoya meydan okurcasına ifade ve hareket kazandırılmıştır…Bu ifade ve hareketler gayet insancadır… Anıtlar kaidelerinden indirilip aramıza karışmıştır…Aynı yaşarken oldukları gibi…
Picasso ve Braque üçüncü boyutu ikinci boyutta tekrar etmenin anlamsızlaştığı bir dünyada üçüncü boyutu iki boyuta indirgemiş, fotoğrafın yapamadığı şekilde cisimlerin göremediğimiz taraflarını da perspektifi alt ederek bize sunmuştur. Aslında bütün bu çabalar algının duyuların ötesine geçip zihinselleştiğinin bir kanıtıdır.
Konstrüktivistler ise modern zamanın sonsuzluğunu garanti eden çelik ve diğer maddelerle yarattıkları eserlerin seyircinin şaşkın, yadırgayan bakışlarına sunmuştur. Böylece sanatçının yeteneği ve avangardlığı, gerçekliği taklit edebilmekle değil, geleceği ve onun sunabileceği ifade biçimlerini herkesten önce görmek olarak ölçülmeye başlanmıştır.
Değişen Sanat ve Yeni dünyanın gerçekleri
Yeni dünyanın gerçekleri yetmemeye başladığında bilinmeyen, muğlak, sınırlanmayan, zihinle değil ama hislerle gizleri çözülmeye çalışılan yeni platformlar fethetmek sanatçının hedefi oldu. Bilinçaltı, rüyalar, hisler, bir süreç içindeki deneyimler, renkler, ışık, gölge, tanımlanamaz mekan, obje, duygusal dışavurumlar olarak resimlerin içinde yer almaya başladı. Artık ucu bucağı belli olmayan, maddi bir biçimden yoksun bu platformu en iyi biçimde ifade edebiler, seyirciyle, kopuk olduğu iç dünyası arasında iletişimi en iyi sağlayan kişi avangarddı…
20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde insanlar televizyon ekranları aracılığıyla her türlü deneyimi sanal olarak yaşamaya başladılar…En azından görsel olarak…Her şeyin görüntüye indirgendiği, her türlü görsel imge ile zihinlerin ve ruhların istila edildiği bir dünyada sanatçı için yeni ifade yolu bedenlerden ve bu bedenlerle yapılan, eylem içeren durum ve performanslara dönüştü…Sanal platformdan yaşadığımız dünyaya taştı.
Sanatçıya ifade etme ve iletişim kurmada nesne yetmediği yerde mekan ve kavramlar işin içine girdi. Bana kalırsa bütün bu süreç boyunca hala sağduyu, düşünce, his-duygu işin içindeydi ve avangardlığı modern zamanlar boyunca besleyen de buydu…
Post-modern zamanlara geldiğimizde zamanın akışkanlığına yetişme temposu sağduyunun, bilişim düşüncenin, sanal deneyimler haz ve duyguların yerini aldı. Herşeyin sayılabilir, ulaşılabilir, tüketilebilir, vazgeçilebilir olduğu böyle bir zamanda bir adım ötesini öngörmek ve bunu insanlığa sunmak mümkün değil gibi gözüküyor. Günümüzde sanat alanında ironi, parodi gibi kavramlarla geçmiş tekrar değerlendirilip işlenirken ‘Avangard’ eski anlamını yitiriyor ve yapılmışı en önce, en değişik olarak ilk işleyen şeklinde bir değişime doğru gidiyor.
Anlamların anlamsızlaştığı zamanlarda dünyaya yeni anlam ve ifadeler katma misyonu artık günümüzde kendine yeniden anlam katmak üzere geçmişin avangard’lığını değerlendirip değişik bir şekilde sunma yolunda…
Banu Küçüksubaşı