Halil Dikmen
Türk ressam Halil Dikmen 1906’da İstanbul’da doğdu.
İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) girdi. Burada, İbrahim Çallı‘nın atölyesinde çalışan Halil Dikmen, 1928’de Avrupa yarışmasını kazanarak devlet hesabına gittiği Paris’te, Paul-Albert Laurens ve Andrê Lhote atölyelerinde sanat eğitimini geliştirdi.
1931’de Avrupa’dan dönüşünde Kayseri’ye resim öğretmenliğine atandı ve uzun süre bu ilde görev yaptı. Daha sonra aynı görevini, İstanbul Galatasaray Lisesi’nde sürdürdü.
Kısa bir süre Akademi’de öğretmenlik yaptıktan sonra, Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğüne atanarak 1961 yılına kadar bu görevde kaldı. Daha sonraki Güzel Sanatlar genel müdürlüğü göreviniyse, ölümüne kadar sürdürdü. Yurt dışı sergilerin hazırlanmasında ve Ankara’nın güzel bir konser salonuna kavuşmasında özverili çabalar gösterdi.
Halil Dikmen, yaşamının son birkaç yılını dolduran soyut-geometrik anlayıştaki resimleri dışında, genellikle sanatın çetin arayışlara dayanan ve büyük ustaların yapıtlarında anlam kazanan kalıcı yönüyle ilgilenmiştir. Paris’te sanat eğitimini geliştirdiği yıllarda, özellikle Louvre’da dikkatli incelemelerde bulundu.
Zamana karşı duran büyük tabloların gizlerini, kroki defterine çizdiği desenlerle çözmeye çalıştı. Sanatın akademik eğitimi üstünde önemle durmuş ve bu eğilim, onun figüre ve yöresel yaşama ilişkin resimlerine sağlam bir desen, mimari bir kuruluş ve hesaplı bir ışık-gölge dengesi olarak yansımıştır.
Sanat anlayışı
Portakal toplayanları, denizden ağ çeken balıkçıları, savaşta cephane taşıyan Türk kadınlarını konu alan büyük boyutlu kompozisyonlarında, bu yönelişin derin izleri görülebilir. Halil Dikmen, çağdaş Türk resmine 1930 kuşağı sanatçılarının, Zeki Kocamemi ile Ali Avni Çelebi‘nin getirdiği hacimsel estetiği, büyük bir dikkat ve titizlikle yöresel konulara uygulamıştır. Bu yönüyle Andre Lhote kübizminin, kural ve kurama dayalı görüntüsüne daha yumuşak ve esnek bir görüntü vermiştir.
Açıldığı yıllardan başlayarak devlet sergilerine verdiği kompozisyon türüne giren resimlerinde, kuşağının eğilimlerini paylaşır görünen Dikmen, daha sonraki döneminde geometrik biçimlerin yalın düzeninden hareket ederek, figürü resminden bütünüyle ayıklamış ve eski resimleri ile yenileri arasına kesin bir sınır koymuştur. Bu son dönem çalışmalarına, soyut-kübist bir eğilimin örnekleri gözüyle bakılabilir.