İçeriğe geç
ana sayfa » MAKALELER-RÖPORTAJLAR » Röportajlar » Teoman ile Söyleşi

Teoman ile Söyleşi

    Teoman ile söyleşi

    Bu söyleşi de 2006 yılında değerli sanatçı ile Coşkun Çokyiğit’in yaptığı bir röportaj. Arşivimizden paylaşıyoruz.

    Şundan eminim: Dinlenmeyecek olsaydı şarkı yapmazdım!

    Türk rock müziğinin kendine has tarz yaratabilmiş ender isimlerinden biri olan Teoman ile İstanbul Modern Kafe’de İKSV’nin festival tanıtım toplantılsı sırasında tanıştık. Yanında Burak Sergen vardı. İnanamadığım kadar mütevazı çıkan bu iki sanatçıyı o saat sevdim. Herhalde onlar da beni sevdi ki, telefonlaşmalarımız sürdü; hala da sürüyor…

    İlginçtir, insan şarkılarında veya bir sanat gösterisinde beğenmediği sanatçıyı gerçek hayatta çok sıcak bulabiliyor. Tam tersine sanatına bayıldığı sanatçının gerçek hayattaki halinden nefret edebiliyor.

    Nihayetinde hepimiz insanız ve bazen yollarımız tekrar tekrar kesişiyor. Teoman ile ikinci karşılaşmamız Maslak TİM’de oldu. Dostluğumuz çok eskilere dayanan Osman Sınav ile sohbet ederken ne göreyim! Teoman içmeden duramadığı sigarasını söndürtmeye çalışan salon görevlisiyle boğuşmuyor mu! Sınav da iyi bir tiryaki. İkisine de yol gösterdim ve dışarıda birkaç dakikalık üçlü bir sohbetten sonra Teoman’dan bir röportaj sözü aldım..

    İşte bu röportaj o gecenin çocuğu…

    Röportajı gerçekleştirdikten sonra bir bölümünü o günlerde çalıştığım gazetede yayınladım. Geri kalanı da bugün, “İstanbulsanatevi” okuyucularına kısmetmiş (Gazetede yayınlanan kısımların özeti de var; merak etmeyin!).

    İşte sohbetimizin gözlerinize ve zihninize lâyık bölümleri

    – Teoman en sonunda seni de şarkı ‘çalmakla” suçladılar! Bu çalmak kelimesi çok ilginç. Her iki anlamı da sizin meslek için geçerli. Hatta meslektaşlarını bazıları sahnede çalmaktansa başka albümleri ‘çalmaktan’ daha fazla hoşlanıyorlar… Sahi sen şarkıyı çalıyor musun, çalıyor musun?

    Benim tüm bestelerim kendime aittir. Kendim çalar, kendim söylerim. Başkalarına ait olan şarkılar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Onları asla çalmam!

    Kendime ait şarkılar benim çocuklarım gibidir ve hepsinin doğum belgesi vardır. Nüfus cüzdanlarında baba hanesinde Teoman yazar. İsteyene bu belgeleri (notaları kast ediyor) gönderebilirim.

    – Yani seni çalmakla suçlayanlar aslında doğum belgesinden mahrum bilgisiz kişiler.

    Evet bilgisiz kişiler oldukları kesin.

    – İyi de neden bilmeden çamur atıyorlar?

    Bazı insanlar kendilerini meşhur etmeyi seviyorlar. “Ya ben bilirim. Bak yakaladım” demeyi seviyorlar. Haklı çıkmaya bayılıyorlar. Negatif şeyler söylemeyi de seviyorlar ama biraz da ayıp ediyorlar… Çünkü bu sefer bildikleri gibi değil!

    – Bazı şairler şiirlerinin bazı besteciler de şarkılarının hikayelerini anlatırlar. Senin şarkılarının hikayeleri var mı?

    Şarkılarımın bahsedeceğim bir hikâyeleri yok. Yazdığım sözler ve melodiler bir de bakmışsın ki, beş dakika içinde çıkıvermiş. Üzerinde çok düşünülüp de aylarca uğraşılan şarkılar değil. Üçüncü albümümde neredeyse bir sene kadar uğraşmıştım ama artık öyle yapmıyorum. Bir anda çıkacaksa şarkı onu kullanıyorum ama uğraştıracaksa onu hemen çöpe atıyorum.

    – Nihayetinde başkalarının hayatını anlatmıyorsun. Bu besteler senin yaşadıklarının bir özeti değil mi?

    Sonuçta insan ne yaparsa yapsın sonuçta kendinden yola çıkıyor.

    – Pop müzik üzerinde oldu bitti keskin tartışmalar yapılır. Bazı sanatçılar ilginç laflarda ederler. Epeyce eski ama bu çerçevede olduğu için tam yeri: Sezen Aksu, yaklaşık olarak, pop müziğin sanat olmadığını kendilerinin de sanatçı sayılamayacağını söyledi.

    Doğru yanları olan bir söz aslında… Daha doğrusu şöyle bir şey var. Her sanat biraz da ticari hale geldiğinden biraz öyle. Sanat teorisyenlerinin söylediği bir şey var, sanatın sadece yeni bir şeyi ortayla çıkarmak isteyen insanlar tarafından yapılması gerektiği. Doğacak tepkileri hiç düşünmeden sanat yapan insanlar tarafından sanatın yapılması gerektiğini söylüyorlar. Bu anlamda. Ama artık sektörleşmiş, sanatça hiç ilgisi olmayan insanların bile sanat üzerinden para kazandığı bir düzende yapılan işi sanat sayabilmek mümkün mü? Bizim yaptığımızın hepsi zorunlu olarak ticari sanata giriyor. Artık bütün sanatlar böyle. Yani bir yüzyılın tanımları açısından baktığımız zaman bir Van Gogh gibi olamıyoruz elbette!

    Şarkılarını bir amaç için mi yapıyorsun?

    Ben bu şarkıları neden yaptığımı bilmiyorum. Kimse dinlemeyecek olsa yapar mıyım? Emin değilim!

    Sanatçı sorumluluğu duymuyor musun?

    Böyle hissetmiş olsaydım, kimse dinlemeyecek olsa bile şarkı yazıyor olmam gerekiyordu.

    Bu konudaki fikirlerinden emin misin?

    Şundan eminim. Kimse dinlemeyecek olsa şarkı yapmazdım!

    Yani Sezen Aksu haklı!

    Biraz haklı oluyor… En azından sanatın klasik tarifine göre bizlerin sanatçı kabul edilmememiz gerekiyor. Popüler sanat, ticari sanat işte bunların hepsi için birazı doğru en azından…

    – Sanat yaparken şarkı yazdığın dille ilgili bir problemin olmuyor mu? Türkçe seni kendi mitolojisine götürmüyor mu? Sanatın içini doldurmak anlamında böyle bir çaba dikkat değer olmaz mıydı?

    Benim şarkı sözlerine önem vermemin nedenlerinden birisi de.. aslında daha evvelden yapılmış belki de kuralları konulmuş bir şey üzerinden, -müzikal anlamda bahsediyorum- bir yerde seyrediyorum diye de.. O bana yetmiyor. Benim konumumdan bahsediyorum.. Çok iyi müzisyenler var. Söze girmeden hakikaten insana milyonlarca duyguyu ulaştırabiliyorlar. Hatta belki de söz olmayınca daha kompakt, daha kendi içinde tutarlı bir şey oluyor…Ama eğer ben şarkı sözü yazmıyor olsaydım da müzik yapmazdım. Çünkü benden çok daha iyi müzisyenler var.

    – Ne yapmaya çalışıyorsun?

    Kendim oluşturduğum bir yere varmaya çalışıyorum!

    – Çok mütevazı davranıyorsun bu hoş bir şey ama hayranların ne diyecek buna?

    Ben kendimi mütevazı da görmüyorum. Doğruyu söylüyorum.

    – Peki popülerliğiniz yüzünden sizin gölgenizde kalıp pek fazla tanınmayan, hatta adından hiç söz edilmeyen sanatçılar var mı?

    Elbette var. Hatta onların albümleri de çok satıyor. Bunlar gazetelere televizyonlara çıkmıyorlar ama kasetleri bir milyon kadar satabiliyor. Pek fazla görünür olmuyorlar ama Neşet Ertaş gibi bir insanın çok hayranı var.

    Benim bestelerimin kaynağı İstanbul. Ben Anadolu’yu da bilmek isterdim ama insanın alabilecekleri belli. Depomuz o kadar büyük değil. Bir de benim tarzım kendi kendine oluşmuş bir şey. İstanbulluyum. Burada doğdum ve büyüdüm. Orta sınıf bir aile nasıl olur onu bilirim. Ama köy yaşantısı nasıl olur, bundan nasıl müzik üretilir.. Bunu bilemem…

    Dünyadan bugüne kadar 80 milyar insan gelip geçmiş. Eninde sonunda hepimiz birbirimize benziyoruz. Yapılması gerekenlerin bir tek yol veya bir tek yöntem olduğunu düşünmüyorum, ama hemen hemen her şeyi birilerinin yapması gerektiğini düşünüyorum.

    – Fatih Akın, “Köprüyü Geçmek” isimli bir belgesel yaptı. Seçilen insanlardan birisi Orhan Gencebay. O anlamda sen de böyle bir belgeselde yer almak istemez misin? Ticarî kaygılar olmadan sanatçı Teoman olarak!

    Benim şöyle bir yanım var. Benim içimde ne varsa o zaten ortaya çıkar. Çok fazla didikleme taraftarı değilim. Veya yöntemi baştan koyma taraftarı da değilim. Ne çıkarsa bahtıma! Orhan başka bir şey, Müslüm Baba başka bir şey, bir diğeri bir başka şey, ben de bana ait olanı yapıyorum. Bunların tümü toplandığımızda bir bütün olacağız. Ben müzisyen olarak, şarkı sözü ve şarkı yazarı olarak hemen hemen her şeyi kapsayacak yetenekte bir insan olduğumu zannetmiyorum. Dünyada böyle bir insan olduğunu da düşünmüyorum.

    Yani ben aslında Batı kültürü ile büyümüş bir insanım. Yöntemleri oradan almış ama ben kendimi tam anlamıyla Türk kültürüne ait hissediyorum.

    İstanbul doğumlusun. Hep bu şehirde yaşadın. Neler söyleyeceksin?.

    Çocukken çok mikro bir dünyamız oluyor. Benim o zaman o İstanbul’u kavramam mümkün değildi. Evimiz, sokağımız, okulumuz, mahallemiz. Bunları kavrayabilmiştim. Hatta 18 yaşıma geldiğimde hemen hemen aynı yerde yaşadığım için büyüyünce İstanbul neymiş anladım. Çok sık gezmesem de İstanbul’da ayak atmadığım yer yoktur.

    Bundan önemlisi kendimi İstanbullu addediyorum. Türkiye o kadar geniş bir ülke ki, kendini bir şekilde tanımlaman gerekiyor. Çünkü birbirine benzemeyen bir sürü şehir var. Bir çok ortak özellikleri olan kentler de var ama ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve burası benim doğduğum, büyüdüğüm, doyduğum ve yaşamayı sürdürdüğüm ve büyük bir ihtimalle öleceğim kent burasıdır. Dünyanın bir sürü kentine gidiyorum. New York’u seviyorum. Londra’yı seviyorum ama kendimi en iyi hissettiğim yer İstanbul. İstanbul’u ve Türkiye’yi neden çok sevdiğimi söyleyeyim mi: Türkçe! Bir de birbirimizi anladığımız insanlar topluluğu olmamız.

    Hakkari de Kars’ta adana da İstanbul’da var dinleyicin. Farklı farklı ortamların çevrelerin insanları. Bunların ortak paydası Teoman. Peki, Teoman”ın, “Bu insanlar benden ne bekliyorlar?” diye düşündüğün oldu mu?

    Bunu bilemiyorum. “Ne bekliyorlar?! bunu düşündüğümü de söyleyemem. Ben ilk müzik kariyerime başlarken herkese hitap edebilme kaygısıyla yoktu. İçimden ne geldiyse onu yaptım ve hayatım boyunca ne hissediyorsam onu yapacağım. Üstelik beklediğimden de iyi gitti. Başladığımda şarkılarımı bu kadar çok insanla paylaşacağımı da düşünmüyordum. Yani üç defa Güney Doğu turnesine çıktım ve bunu da zevkle yapıyorum… Ülke zaten çok büyük ve bilmem kaç bin kilometre ötede birileri benim albümün çıkar çıkmaz bunu alıyor ve bu çok tabii çok hoşuma gidiyor. Bu insanlarla hiç tanışmayacak olsam da…

    CANVASTAR®

    Türkiye'nin En Zengin ve Kaliteli Kanvas Tablo Koleksiyonu

    Siteye Gidin