Ihsan Oktay Anar Kitab ül Hiyel
‘Kuledibindeki Tamburlu kıraathane erkanı arasında Sultan Abdülhamid Han devrinde henüz hayatta olan Çeşm-i Ela Süleyman Dede Efendi’nin rivayet ettiğine göre, Kabakçı Vakası sırasında kapısını penceresini sıkı sıkıya kapatan Yafes Çelebi, bir mum ışığı altında kendisini istida yazmaya vermişti. Yeniçeri taifesinin Sultan Selim’e başkaldırdığını işitince istidasını yeniden kaleme aldı. Fakat Lodosçu Feridun Efendi’nin adı bilinmeyen bir zattan naklettiğine göre, o istidadan ziyade bir nutuk hazırlamaktaydı ki bu iş için bir belagat kitabını baştan sona hatmetmişti. Kolayca tahmin edilebilceği gibi bu defaki amacı, padişahın bizzat kendisiyle konuşmak ve onu hiyel ilminin yararları konusunda ikna etmekti.’
İçinizden bu kitabı nasıl okurum, ne kadar çok eski kelime var diyebilirsiniz. İhsan Oktay Anar’ın kitaplarını daha önce okumuş olanlar bilir, Osmanlıca-Farsça- Türkçe karışık bir dil kullanıp günümüzde pek kullanılmayan kelimelerle okuyucuyu karşı karşıya bırakarak başlarda biraz zorlar gibi gözüksede bir iki sayfa sonra bu yeni dile hakim olmak ve bundan bir haz almak sizi şaşırtabilir.
Romanın anlatımına adından başlamalı bence. Kitab-ül Hiyel ne demek ve bize nasıl bir hikaye sunacak.
Hiyel iki anlamlı bir sözcük olup Frenkçede mekanik, Arapçada ise hile, aldatmaca anlamına gelmektedir. İşte bu ikisinin birleşiminden çeşitli hilelerle ilimin birleşmesinden oluşan ve kudret sahibi olmaya yönelik mekanik icatlar kitabı olarak çevirmek istiyorum.
Romanda, kahramanların başına gelen traji- komik hikayeler anlatımının yanısıra, 20.yy Osmanlı’sındaki siyasi gelişmeler ve önemli olaylar kitabın kurgusu içinde yer alırken, felsefi alt metinlerle donatılmış birçok hikayeden bahsedilmekte ve bütün bunların yanında semavi dinlere de göndermeler yapılmaktadır.
Roman, 3. Selimin padişahlık dönemiyle 2. Meşrutiyetin ilanı arasındaki yaklaşık bir asırlık zaman dilimi içinde İstanbul’da geçmekte ve peşpeşe üç ayrı hiyelkarın eğlenceli hikayesini anlatmaktadır.
İlk hiyelkar
İlk hiyelkar Yafes Çelebi, çocukluğunda kılıç ustalarının yanında çalışmış fakat mühendisliğe olan merakı ve kıvrak zekasıyla mekanik, matematik, kimyasal patlayıcılar gibi birçok şeyi öğrenip padişahın ordusunda kullanılmak üzere denizaltında gidebilen ve düşman gemilerine gizliden saldırabilen savaş araçları ve savaş makinaları üzerine icatlar yapmış ve yaşamını padişahtan onay alıp bunları hayata geçirmeye adamıştır.
Kitapta, debbabe, zülkarneyn, kallab ve tahtelbahir isimli bu karmaşık yapılı savaş araçlarının tasarımları ve işleyiş prensipleri, çizimlerle ve yalın bir mühendislik diliyle anlatılmaktadır. Bunların yanısıra bu hiyelkarın, icatlarına gereken parayı bulmak için iktidar ve zenginlik hayalleriyle kandırdığı zavallı Zencefil Çelebi’nin, kocakarıların hamamdan getirdiği bilgilerle görmeden aşık olduğu kızın başlık parası için Şam’da yıllarca biriktirdiği altınları harcaması, saraydan gereken izinler için yaşanan bürokrasi kaosu ve rüşvetler, hırsız saksağanların ganimetleri, cinli şişeler ve yaptığı küçük el bombalarıyla düşmanlarını havaya uçuruşlarını konu alan eğlenceli hikayeler yer almakta.
İkinci hiyelkar, Yafes Çelebinin parayla satın aldığı kölesi Calud ise sahibinden öğrendiği hiyel ilmiyle devr-i daim makinasını yaratıp sonsuz gücün iktidarıyla dünyaya yeni bir düzen getirme çabaları içindedir. Fiziksel ve cinsel gücüyle övünen ve başına ne geldiyse kibiri ve açgözlülüğünden gelen iri cüsseli vahşi ruhlu Caludun traji-komik hikayesinde ise hiç büyümeyen hep çocuk kalan ve demiri kolaylıkla eğebilen Davud ile dinsel göndermeler yapılmaktadır.
İki hiyelkarında ortak amacı olan tabiatın kuvvetlerine hükmetme tutkusu son olarak, Calud’un çocukken yetimhaneden aldığı Üzeyir’in hikayesinde anlatılmaktadır. Calud tarafından beyni yıkanarak onun düşünce ve icatlarını gerçekleştirme çelişkisi içindeki Üzeyir’in hiyelkarlıktan hayalkarlığa geçiş süreciyle roman sona ulaşmaktadır.
Keyifle okunacak bu kitap, sizi zaman zaman güldürecek, pekçok noktada düşündürecek, tarihi olayları hatırlatacak, mekanik bilgisi kazandıracak ve hikayede gizlenmiş çeşitli göndermeleri bulmanın zevkini yaşatacak.
Bu kitabı okuyup beğenenlere İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabı Puslu Kıtalar Atlası’nı da mutlaka öneririm.